Bir düşünelim, nerede ve nasıl tarım yapıyoruz?
Binlerce yıl önce, şu an üzerinde bitkisel ve hayvansal üretim yaptığımız; fabrikalar kurup şehirler türettiğimiz uçsuz bucaksız ovalarda ve hatta dağ tepelerde yemyeşil ormanlar, çayır ve mer’alar vardı. Buralarda büyük hayvan sürüleri otlamakta, çeşit çeşit kuşlar böcekler oradan oraya dolaşmakta ve belki şu an yok olmuş binlerce çeşit bitki türü yaşamaktaydı.
Bugün Anadolu topraklarında var olan birçok canlı türü o zamanlar yoktu. Domates yoktu mesela; biber, patlıcan yoktu. Bugün yetiştirdiğimiz, evcilleştirdiğimiz birçok hayvan çok farklı bir görünüşe ve davranış kalıbına sahipti. Örneğin atın boyu ancak köpek kadardı ve insanlar atı ilk olarak binek amaçlı değil gıda kaynağı olarak evcilleştirmişlerdi. O zamanlar büyük bitki hastalıkları yoktu. Doğal seçilim çerçevesinde zayıf gen kaynakları yeni kuşaklar üretemiyor ve böylece yeni gen kaynakları çevre etkilerine daha mukavim oluyordu. Bir türün sayısı, o türün predatörü (avcısı) başka bir tür ile baskı altında tutuluyor ve böylece doğal kaynakların sınırsızca ve diğer türleri yok edecek şekilde tüketilmesi önleniyordu. İnsanoğlu da bu ortamda kendi doğasına uygun olarak avcılık ve toplayıcılık yapıyor; doğal felaketler ve doğal seçilim dışındaki az miktar tür hariç hiçbir canlı türü yok olmuyor; soykırıma uğramıyor ve yaşam hakkı elinden alınmıyordu.
Bir gün dünyanın bir yerinde insanlar, çeşitli tohumların toprağa atılıp sulandığı zaman büyüdüklerini öğrendi. Bu tohumlardan zamanla o topladıkları ürünler çıkıyordu. Böylece bu ürünleri toplamak için uzun uzun dolaşmak, çeşitli tehlikelere maruz kalmak gerekmiyordu. Tüketilmek istenen ürün bir yıl önceden yeterli suyu olan bir yere ekiliyor ve ürünler olgunlaştığı zaman rahatça toplanıp götürülüyordu.
Benzer şekilde avlamak için uzun uzun aranıp bin bir tehlikeye maruz kalarak avlanan hayvanların yavrularını etrafı kapalı bir yere koyup yem verdiğinizde, hem büyüdükleri zaman rahatça kesip yiyebiliyordunuz; hem de bu hayvanların başka çeşit çeşit faydaları oluyordu. Mesela süt veriyorlardı, binek hayvanı oluyorlar uzak yerlere rahatça gitmenizi sağlıyorlardı. Savaşlarda gücünüzü arttırıyor, mağaraya koyduğunuzda ısı veriyorlardı. Böylece insanoğlu bu rahat, keyifli ve lüks tarımlı hayata hemen adapte oldu. Tarımı iyi yaptıkça işler daha da değişti. Mesela bir kişi de tohumları dikebilmeleri için çubukları üretmeye başladı. Bir kişi hayvanlara rahat binmek için ottan oturaklar yaptı.
Zamanla herkes tohumları toplayıp kendine ayırdığı yerlere bu tohumları ekmeye başladı. Herkesin tarlaları, bahçeleri ve sürüleri olmaya başladı. Benim tarlam şurası senin bahçen burası diyenler arasında sınır kavgaları olmaya başladı. Birleşince daha güçlü olduklarını anlayan insanlar mevcut klanlarını, arazi sınırları ile iyice belirginleştirip o arazileri yabancı işgalcilere karşı savunmaya başladılar. Eskiden canlarını ve az miktar mallarını savunmak ve sosyalleşmek için birleşen insanlar artık topraklarını, hayvanlarını ve zamanla çeşitlenen tüm eşyalarını korumak için toplanıp örgütlendiler. Bu koruma işi için asker sınıfı oluştu, bekçiler-polisler oluştu. Kimileri yiyecek üretiyor; kimileri klanın diğer işleri ile ilgileniyordu.
Tüm bunlar olurken kimse yurdundan edilen bir dağ aslanının ya da evinden kovulan bir sinek kuşunun hakkını düşünmedi. Bırakın onları, rahata alışan insanoğlu yakaladığı güçsüz, topluluğundan ayrılmış insanları yakalayıp tarlalarda çalıştırmaya, ev işleri ve diğer işlerde kullanmaya başladı. Hayvanların insan emrinde kullanıldıkları gibi, zayıf insanlar da daha üstün insanların emrinde kullanılabilirdi ve o dönemki görüşe göre bunda hiç sorun yoktu. Hatta ünlü bilgin Aristoteles bile köleliği savunuyordu.
Zamanla artık paylaşacak hiç boş toprak kalmadı. İnsanların çoğunluğu tarlalarda çalışıyor, az bir kesim askeri, dini ve yönetimsel işlerle uğraşıyordu. Büyük savaşlar çıktı ve topraklar, kaynaklar paylaşılmaya çalışıldı. Kaynaklar az geldikçe gemilerle yeni yerler keşfedilip el konuldu. Yetmedi, yetmedi ve yetmedi. Sonunda dünyanın her yeri insanın kullandığı fabrikalar haline geldi.
Artık daha fazla toprağın yeterli olmadığını gören insanoğlu, tarımsal üretimde yenilikler bulma yoluna gitti. Aynı alanda daha fazla ürün üretmek için yöntemler geliştirdi. Buğdayı yiyen bir çekirge sürüsünün üzerine zehir boşalttı. Mecburdu çünkü artık o çekirge sürüsü ile baş edecek predatörler (avcılar) yok olmuş ya da sayıları azalmıştı. Bitkilerin ve hayvanların hangi maddeler ile daha iyi büyüdüklerini araştırıp sadece bu maddeleri ayrıştırarak onlara verdi. Topraklar gitgide doğal kullanımdan çıktı ve plansızca kaynaklar tüketildi. Geniş düzlüklerde çok insan çalıştırmak zor ve verimsiz olduğunda motorlu araçlar kullandı. Daha fazla ve daha fazla için ortaya çıkan her sorunda hemen anlık çözümler buldu ve uyguladı. Daha doğrusu uygulayan klanlar daha güçlü oldu, uygulayamayanlar ezildi.
Öyle bir dönem geldi ki bitkilerin ve hayvanların, gerekli tüm besinleri alsalar ve onlara zarar veren her tür dış etmen yok edilse de daha fazla ürün üretebilmeleri gerekti. O zaman bu canlıların genetik yapıları değiştirildi. Daha çok ürün vermeleri için yaradılışları yeniden programlandı.
Ve artık son noktaya gelindi. Yoğun üretimler ve yoğun kullanımlar sonucu koca dünya, basit bir sera gibi ısındı doğal su dengesi anormalleşti.
İnsanoğlu mutlaka buna da bir çözüm yolu bulacak. Mutlaka daha da fazla ürün üretilecek ve eskiden o buğday dediğimiz bitki belki bir süre sonra dönem dönem hem mısır hem buğday hem arpa ve başka ürünleri veren ağaçlara dönüşecek. Hatta belki özel üretim yerlerinde sadece bu embriyo tohumların dokuları üretilecek ve tarım bir fabrikasyona dönüşecek. Et için hayvanlar kesilmeyecek ve et, süt laboratuarda üretilecek. Bunlarla ilgili çalışmalar ilerliyor. Totipotensi kuralına göre bir hücreden bir tam organizma üretilebilindiği bilinmekte ve bu bilgi kullanılıyor. O halde uygun ortamda bir avuç mısırı gerekli maddeleri vererek binlerce avuç olarak çoğaltmak mümkün. Yapay et artık laboratuarda üretilebiliyor.
Peki, ne olacak? Gelecekte durum ne olacak? Görülüyor ki insanoğlu bilinçlendikçe nüfus artışı yavaşlıyor. Belki nüfus artışı zaman içinde sürdürülebilir bir düzeye gelecek. Gıda ürünleri tamamen fabrikalarda üretilecek. Nüfus artmadığı için şehirler büyümeyecek.
İşte belki 100-200 yıl içerisinde gelinecek nokta bu. Bu noktada, yukarıda hakkının yenmiş olduğundan dem vurduğumuz dağ aslanı ve sinek kuşunun hakkını geri verebilecek miyiz? İnsan doğa ile uyumlu ve barışık şekilde yaşayabilecek mi? Diğer canlıların da özgürce doğalarını yaşayabilecekleri ve bizim bilinçsizce gasp ettiğimiz alanları onlara geri verebilecek miyiz?
İnanıyorum ki insanoğlu insanların köleliğine son verdiği gibi diğer canlıları da köle olarak kullanmaktan 100-200 yıl içinde vazgeçecektir. Ancak işte o zaman bir sorun ile karşılaşacağız. Kaybolan gen kaynakları!
Bir daha kelaynak olmayacak belki, bir daha Anadolu leoparı göremeyeceğiz, Akdeniz foku, Mpingo ağacı… Son 20 senede dünyada soyu tükenen bitki ve hayvan türlerinin tahmini sayısı 100.000'dir. İnsanoğlu olarak bu vebali geri ödeyebilecek miyiz? Yoksa bu bilgiler bizim için anlamsız sayılar ve yazılar olmaya devam mı edecek? Peki, nereye kadar? Evcilleştirdiğimiz birkaç tür haricinde yapayalnız kalana kadar mı?
Açıkçası umutsuz ve karamsar olmaktansa, gıda ürünlerini doku kültürü yöntemleri ile özel tesislerde üretileceğini düşünüyorum. Bunun dışında tarım arazileri tamamen doğal tarımsal üretim mekânları ve gen merkezleri olacak. Hatta tümü doğal parklar haline getirilecektir. İşte o zamana kadar torunlarımıza, en azından bu günkü gen kaynaklarını bırakabilmemiz gerekiyor.
Bununla ilgili olarak tarımsal anlamda ilk etapta yapmamız gereken birkaç küçük uygulama var. Ben bu uygulamaları “İyi Tarım Uygulamaları” denetimi yaptığım tarla ve bahçelerde açıklıyorum ancak standardın zorunlu kuralları olduğu ve her uygulamamız ticari kaygılar içermek zorunda olduğu için uygulanmıyor. Gelin “İyi Tarım Uygulamaları” standardındaki bu maddeleri aşağıda inceleyelim, belki bu makale aracılığı ile ticari kaygılar haricinde de bazı uygulama yapar, önlemler alabiliriz:
13.1.1 Çiftçi tarımsal faaliyetlerinin çevreye olan etkilerini anlıyor ve değerlendiriyor mu?
Çiftçi besin kaybı gibi çevresi üzerinde potansiyel negatif etkilerini asgariye indirmeyi önemsiyor ve bu konudaki bilgi ve becerilerini gösteriyor olmalıdır.
13.1.2 Çiftçi çevresindeki halk, flora ve fauna üzerindeki çevresel faydaları nasıl arttıracağını hesaba katıyor mu?
Hem bireysel çiftçiler hem de grup katılımında, çevresel destek planları içinde faaliyetlerine dair somut eylemler ve uygulama başlangıçları olmalıdır.
13.2.1 Vahşi Hayat ve Koruma Politikaları için koruma yönetim planı hem ayrı ayrı hem de bölgesel olarak tanımlanmış mı?
Vahşi hayatı koruma ifadeleri dokümante edilmelidir. (Bu ifade size, sizin üretiminize uygun, sizi ve bölgenizi anlatacak şekilde olmalıdır. HOE)
13.2.2 Yetiştirici kendi arazisi için doğal hayat yönetimi ve koruma politikası planına sahip mi?
Çiftlik için dokümante edilmiş doğal hayatı koruma planı olmalıdır. Burada bölgesel yada ulusal planların çiftlikte uygulanması da sağlanmalıdır.
13.2.3 Bu politikalar sürdürülebilir ticari tarımsal üretime uyumlu mu ve çevresel etkileri asgariye indiriyor mu?
Koruma planının içeriği ve amaçları sürdürülebilir tarım ile uyumlu olmalı ve çevresel etkileri azalttığını göstermelidir.
13.2.4 Plan, çiftlikte mevcut hayvan ve bitki çeşitlerini anlamayı temel alan şekilde mi tasarlanmış?
Koruma planında, planlanacak faaliyetlerin çiftlikteki fauna ve floranın mevcut seviyesini (bölge, koşullar vb.) temel alarak bir denetim yapılacağı konusunda bir taahhüt vardır.
13.2.5 Plan çiftlik üzerindeki habitata gelecek zarardan ve kötüye gidişten kaçınılacak faaliyetlerle mi tasarlanmış?
Koruma planı içerisinde, önceliklerin ve çiftlik üzerindeki habitata gelecek zararı ve kötüye gidişi düzeltecek faaliyetlerin açık bir listesi olmalıdır.
13.2.6 Plan çiftlikteki habitatı zenginleştirmek ve biyoçeşitliliği arttıracak faaliyet planları oluşturularak mı tasarlanmış?
Koruma planı içerisinde, çiftlik üzerindeki flora ve faunanın varlığını sürdürebileceği habitatın zenginleşmesi ve biyoçeşitliliğin arttırılmasına yönelik faaliyetlerin ve önceliklerin açık bir listesi bulunmalıdır.
13.3.1 Koruma alanlarındaki tarım yapılmayan, boş araziler için dönüşüm göz önünde tutuluyor mu?
Eğer uygulanabilirse, flora ve fauna için belirlenmiş koruma alanları içerisindeki verimsiz arazilerin dönüşümü için planlar olmalıdır.
Özellikle son madde için şunu eklemem gerekir ki, mutlaka her üretici, diğer canlıların da doğal olarak yaşayabileceği bir alan ayırmalıdır. Bir tavşan hatta bir ayı, bir köyde ona ayrılmış doğal bir geçit vasıtası ile diğer bir alana geçebilmelidir. Ayı ve domuz gibi bitkisel ve hayvansal üretime zarar verecek canlılara karşı bu doğal geçidin iki tarafı, gizli çitler ve tel örgülerle kapatılabilir. Ancak bilmeliyiz ki dedeleri bin yıllardır özgürce bir bölgeden diğer bölgeye geçmiş bir canlının yolunun üzerine koca bir köy, şehir kurup “sen buradan geçemezsin, geçersen öldürürüz” deme hakkımız yok.
Zaman geçiyor. İnsanoğlu zaman içerisinde kirletip bozduğu yakıp yıktığı her şeyi bilgisi ve pişmanlığı ile sarmaya başladı. Emin olunuz artık ülkemizde de bitkilerde tarım ilacı ve hormon kullanımı kontrol altında. Çevre kirliliğine karşı önlemler alınmaya başlandı. İyiye doğru ciddi bir ilerleme var. Şahsen ben yılda en az otuz gün boyunca yukarıda gördüğümüz sorular gibi iki yüz elli soruyu üreticilere sorup mantıklı ve olumlu cevaplar alıyor ve mutlu oluyorum. Hepimiz bir ucundan tutarsak gitgide daha temiz, daha çeşitli ve daha mutlu bir dünyaya kavuşacağımıza inanıyorum. Bu gidişin bilimdeki gelişmeler ve insan duyarlılığındaki artış ile kuvvetlenip, canlılara özgürlüklerini vereceğini ve insanoğlu olarak yaptığımız soykırımı durduracağını düşünüyorum.
Düşünüyorum, istiyorum, inanıyorum, umuyorum…
Sevgilerimle,
Hakan Ozan Erzincanlı
Ziraat Yüksek Mühendisi