Yine çok önemli bir dönemeçte bulunuyoruz. Kyoto protokolünü imzalayacak mıyız, imzalamayacak mıyız? Bu soruya cevap arıyoruz. Ancak elbette asıl cevap aramamız gereken soru şu: imzalamalı mıyız? İmzalamamalı mıyız?
Öncelikle Kyoto protokolü nedir ne değildir ona bir bakalım:
Kyoto Protokolünün Amacı
Kyoto Protokolündeki amaç, “atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli, 1990 ile 2100 yılları arasında 1.4 °C ile 5.8 °C arası sıcaklık artışı tahmin etmektedir. Tahminlere göre, başarılı bir şekilde uygulanması durumunda Kyoto Protokolü bu artışı 0.02 ile 0.28 C arasında düşürebilecektir (kaynak: Nature, Ekim 2003 sayısı)
Kyoto Protokolü savunucuları bu protokolün amaca ulaşmak için ilk adım olduğunu ve amaca ulaşıncaya kadar hedeflerin değiştirileceğini belirtmektedirler.
Anlaşmanın Durumu
Anlaşma Aralık 1997'de Japonya'nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, 16 Mart 1998'de imzaya açılmış ve 15 Mart 1999'da son halini almıştır. Rusya'nın 18 Kasım 2004'te katılmasıyla 90 gün sonra 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza atmışlardır. İmza atmayan önemli ülkeler arasında ABD ve Avustralya gibi gelişmiş ülkeler haricinde, gelişmekte olan Türkiye gibi ülkeler de yer almaktadır.
55 ülke şartı 23 Mayıs 2002'de İzlanda'nın anlaşmayı kabul etmesi ile, %55 şartı da Rusya'nın 18 Kasım 2004'te anlaşmayı imzalaması ile sağlanmış, anlaşma 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Anlaşmanın Detayları
Birleşmiş Milletler Çevre Programı basın bildirisine göre: “Kyoto Protokolü gelişmiş ülkelerin sera gazı salınımlarını 1990 yılına göre %5.2 azaltmalarını öngören bir anlaşmadır (protokolün uygulanmaması durumunda 2010 yılı salınım tahminleri dikkate alınırsa bu, %29'luk bir azalmaya karşılık gelmektedir). Amaç altı sera gazının – karbon dioksit, metan, nitrous oksit, sülfür heksaflorid, HFC'ler ve PFC'ler – 2008-2012 arası beş yıllık ortalama salınım değerlerini azaltmaktır. Ulusal hedefler AB ve başka bazı ülkeler için %8'lik, ABD için %7'lik, Japonya için %6'lık azaltma, Rusya için %0 değişiklik ve Avustralya için %8 ile İzlanda için %10'luk bir artış şeklinde çeşitlilik göstermektedir.”
Anlaşma 1992'de Rio De Janeiro'da yapılan Dünya Zirvesi'nda kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) ek olarak kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi üyesi tüm ülkeler Kyoto Protokolüne imza atabilir, üye olmayanlar atamazlar.
Kyoto Protokolünün birçok maddesi Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Ek 1'de belirtilen gelişmiş ülkeler için geçerlidir.
Ortak ama özelleşmiş sorumluluklar
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi “ortak ama özelleşmiş” sorumluluklar tanımlamaktadır. Ortak ülkeler
1- Tarihsel ve güncel küresel sera gazı salınımının gelişmiş ülkeler tarafından gerçekleştirildiğini
2- Gelişmekte olan ülkelerin kişi başı gaz salınımlarının halen düşük olduğunu
3- Gelişmekte olan ülkelerin küresel salınımlarının sosyal ve gelişimsel ihtiyaçlarına göre artacağını
kabul ederler.
Diğer bir deyişle Çin, Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkeler anlaşma gereklerinden muaftırlar çünkü şu andaki iklim değişikliklerine neden olan salınımların ana sorumlusu değildirler.
Kyoto Protokolünü eleştirenler gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerin yakın bir zamanda en fazla sera gazı salınımı yapan ülkeler olacağını söylemektedirler. Aynı zamanda, protokol sınırlamaları yüzünden gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere çıkış olacağını ve dolayısıyla net sera gazı salınımlarının değişmeyeceğini söylemekteler.
Salınım Ticareti
Kyoto Protokolüne göre ülkeler 2008 ile 2012 yılları arasında salınımlarını 1990 yılına göre %5.2 düşürmekle yükümlüdürler. Buna rağmen, pratikte birçok ülke belirli sanayi kuruluşlarına sınırlamalar koymuştur (kağıt endüstrisi, enerji santralleri gibi). AB'de bu uygulama vardır ve birçok ülke de buna doğru kaymaktadır. Buna göre, belirlenen seviyeden fazla salınım yapacağını anlayan bir şirket bir şekilde başka yerlerden Karbon Kredisi bulmak zorundadır. Bu da Karbon Kredisi ticaretini ve borsasını ortaya çıkarmıştır.
(Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Kyoto' nun İmzalanması Gerektiğini Savunan Görüş:
Kyoto’ nun imzalanmasının gerektiğini savunan Yeşiller İklim Değişikliği Sözcüsü Dr. Ümit Şahin http://www.kyotoyuimzala.com web sitesinde 16.02.2007 itibarı ile basın açıklaması ile şunları vurgulamış:
Kyoto Protokolü 1997 yılında imzalandı ve bundan tam 2 yıl önce, 16 Şubat 2005’de yürürlüğe girdi. Kyoto Protokolü, yükümlülük altına giren ülkelerin sera gazı salımlarını azaltmasını öngören uluslararası bağlayıcı bir antlaşma. Kyoto’nun öngördüğü hedefler çok kısıtlı ve yetersiz. Dünya ülkeleri küresel ısınmayı durdurmak için Kyoto Protokolü’nü kat kat aşan indirimler yapmak, önlemler almak zorunda.
Dünyada sera gazı salımlarını en hızlı arttıran ülke Türkiye. 1990-2004 yılları arasında sera gazı salımlarını 170 milyon tondan 357 milyon tona çıkaran, yani %110 artış gösteren Türkiye bir rekor kırdı.
Türkiye bu rekorla dünyanın tüm sera gazı salımlarının %1,3’ünü yaparak, küresel ısınmaya en çok neden olan ülkeler sıralamasında 13. sıraya yükseldi.
Kyoto' nun İmzalanmaması Gerektiğini Savunan Görüş:
Karşıt görüş olarak ismini öğrenemediğim biri bir forum sitesine şunları yazmış:
Şimdi biz Kyoto protokolünü imzalarsak, olacakları söyleyeyim. Şu anda dünya toplam emisyonun %1.3 ü kadar olan emisyonumuzu, 2008 de % 60 azaltmak zorunda kalacağız. Bunu ben söylemiyorum. “Türkiye Kyoto’yu İmzala” kampanyasını başlatan şahıs söylüyor. Bu durumda Türkiye’nin toplam dünya emisyonuna katkısı yaklaşık % 0.5 civarına inecek. Yani Dünya nüfusunun %1 ine sahip ülkemize tanınan hak en azından olması gerekenin yarısı kadar bir hakka sahip olacak. Gelişmiş Avrupa ülkeleri ise haklarının 4-5 katına varan mertebelerde emisyona devam edecekler. Bu haksızlığı razıysak mesele yok.
Diyelim imzaladık, bunun sonuçları hakkında 5-10 dakika düşünelim. Öncelikle enerji tasarrufuna gitmemiz gerekecek. Enerji tasarrufu iyi bir şey. Ama, nasıl yapabiliriz? Binalarımızın ısı yalıtımını güçlendirebiliriz. Çünkü en çok fosil yakıt bina ısıtmasında kullanılıyor. Araçlarımızın yakıtını verimli yakmasını sağlayacak şekilde bakımlarını yaptırabiliriz. Bunlar ha diyince başarılacak şeyler değil. Bunlar da kendisine göre gideri olan hususlar. Diyelim ki bu şekilde %10 tasarruf sağladık. Geri kalan %50 tasarruf için, kullandığımız kömürü, petrolü ve doğalgazı yarı yarıya azaltmamız gerekecek. Eğer doğal gaz aynı zamanda elektrik üretiminde de kullanıldığı için bizim için çok önemliyse; doğalgazdaki azaltmayı çok sınırlı tutup, kömür ve petrol tüketimini % 50 den de fazla azaltmamız gerekecek.
Şimdi soruyorum:
Her gün arabasını kullanan arkadaşlar arabalarını yarı yarıya daha az kullanmaya razı olacaklar mı? Eğer daha önce araba kullanmayan vatandaşlarımız araba sahibi olurlarsa yarı yarıya azalmış araba kullanma haklarının bir kısmını onlarla paylaşmaya ve daha da az araba kullanmaya razı olacaklar mı? Kışın kömürle ısınan vatandaşlarımıza kömürü yarı yarıya daha az yakacaksın ve hakkına kalan kömürün de bir kısmını yeni ev kuranlarla paylaşacaksın deme cesaretini kendilerinde görecekler mi? Keza kendi kömür kaynaklarımıza dayalı kömürlü elektrik santralı yapılmasını engelleyecekler mi?
Kyoto protokolünün imzala kampanyasını başlatan vatandaşın bundan böyle, ülkemizin neredeyse tüm yatırımlarını durdurması gerektiğini söylediğini biliyor musunuz.
Kampanyayı başlatanların sözleri benim yukarıda belirttiğim görüşleri teyit ediyor. Aslında eksik bile söylemiş. Yeni konutlar, okullar da yapmamamız lazım. Dahası, yeni fabrikalar da yapmamamız lazım. Yeni petro-kimya tesisleri de yapmamamız lazım. Yani, “Bu yatırımlara aktarılacak kaynaksa iklim değişikliği mücadelesine ayrılmalı” cümlesiyle demek istiyor ki “Dünyayı Kurtaran Adam” olmasak da, her şeyi durdurup, “Dünyayı Kurtaran Ülke” olalım. Olabiliyorsak olalım bakalım.
Yine protokolü imzalamayan ülkelerden Avustralya Başbakanı John Howard "Eğer Kyoto Protokolünü imzalarsak birçok sanayi koluna darbe vurarak, Avustralya’nın işlerini Çin, Endonezya ve Hindistan gibi ülkelere göndeririz" diyor.
Küresel ısınmanın asıl sorumlusu ABD’ den ise 14 Mayıs 2005’ te konuyla ilgili şöyle bir haber alıyoruz:
Başkan George Bush’un danışmanlarından Harlan Watson, Bush yönetiminin Kyoto anlaşmasına karşı çıkmasını açıklarken, “Kyoto anlaşması ekonomimize zarar verecek ve milyonlarca Amerikalı’nın işsiz kalmasına neden olacaktı.” dedi. Amerikan Yönetimi’nin , 2012 yılına kadar, Kyoto anlaşmasıyla ilgili herhangi bir adım atmayı planlamadığını söyleyen Watson, sera gazlarının kullanımını, ekonomiyi ve işyerlerini etkilemeyecek bir şekilde azaltmak için çaba göstereceğini belirtti. Yetkili, ABD Kongresi’nin, ülke ekonomisini olumsuz etkilyecek küresel bir çevre anlaşmasına imza atılmasına karşı çıktığını da kaydetti.
Ayrıca 2007 Mart ayının Bilim ve Teknik Dergisinden de şu bilgilere ulaştım:
“Geçtiğimiz Şubat ayının ortalarında ABD’ de gerçekleştirilen bir zirvede bir araya gelen ülke temsilcileri (G8 ülkeleri yanında gelişmekte olan 5 ülke), 2012 yılında sona erecek olan Kyoto Protokolü’ nün daha etkili bir benzerlik kapsamında, karbon salımlarını azaltmaya yönelik yeni sınırlar belirleme gerekliliği konusunda anlaştılar. AB ülkeleriyse Avrupa Komisyonu’nca Ocak ayında yayımlanan ve stratejik enerji kullanımıyla ilgili incelemede yer alan önerileri (sera gazı salımlarını 2020 yılına kadar 1990 düzeylerinin %30’u kadar düşürme hedefi başta olmak üzere) yeniden görüşmeye hazırlanıyor.
Bu konuda benim fikirlerimi soracak olursanız, kafamda net yargılardan çok net tespitler var ve onları sizinle paylaşmak istiyorum:
1- Türkiye Kyoto’ yu imzalarsa, sanayisi zorlanacak. Kyoto’ yu imzalamış ülkeler zaten 1990 yılına kadar sanayileşmesini tamamlamış ülkeler. Oysa Türkiye büyük oranda 1990 sonrası sanayileşti. Bu sebeple gelecek kısıtlamaların kötü etkilerinin bertaraf edilmesi gelişmiş ülkeler kadar kolay olamaz.
2- Türkiye protokolü imzalarsa mevcut üretim kaybı bir yana, protokol şartlarını yerine getirmek için önemli harcamalar yapmak zorunda da kalacak ve bu konu için ayrılmış bir kaynak yok.
3- Türkiye protokolü imzalarsa, durumun küresel ısınmaya fiziki anlamda pek bir etkisi olmayacak. Lakin bu konuda küresel ısınmaya yol açan gazların sonucu değiştirmeyecek kadar küçük bir kısmı Türkiye’ nin suçu. Mesela ABD, mevcut gazların %25’ ini çevreye salan bir sanayiye sahip. Türkiye’ nin protokolü imzalaması aslında sadece, “ben de dünyanın geleceğini garanti altına almak isteyenlerdenim.” beyanı vermek olacak.
4- Nüfus artışı devam ettikçe ve tüketim bilinci artmadıkça bazı yasaklamaların, küresel ısınmayı önleyebileceğine inanmıyorum.
Küresel ısınmayı önlemenin yolu bence:
a- Kyoto ve benzeri protokolleri oluşturmak, ülkelere göre uygulanabilir formüllerle uygulamak.
b- Her alanda tüketim bilinci oluşturmak için eğitimler düzenlemek. Bu amaçla basın, Milli eğitim, sivil toplum kuruluşları vb. mekanizmaları kullanmak.
c- Küresel ısınmayı önleyici bilimsel çalışmaları madden ve manen desteklemek. Bu konuda teşvik mekanizmaları oluşturmak.
d- Artık geldiğimiz bu noktada, silah, kozmetik ve bunun gibi sanayilerin bizlerden neler alıp, bizlere neler kattığını oturup enine boyuna tartışıp sonucunda bir karar vermek.
Sevgi ve saygılarımla,
Hakan Ozan Erzincanlı
Ziraat Yüksek Mühendisi