Bu aralar Ankara’ da Tarım Bakanlığı tarafından verilen on tam günlük kontrolör eğitiminden geçmekteyim. Konumuz “iyi tarım uygulamaları” olunca, tarımsal üretim sırasında yapılan her faaliyetin, “verim ve kar amacından fazla uzaklaşmadan nasıl olur da insana ve doğaya en zararsız halde kullanabiliriz?” sorusuna cevap vermeye çalışan bir uygulamalar zinciri ile karşılaşıyoruz.
İlk olarak 1990’ lı yılların sonlarında ABD Tarım Bakanlığı (USDA) ve Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından taze olarak tüketilen yaş meyve sebzelerde gıda güvenliğinin sağlanması amacıyla iyi tarım uygulamaları (İTU) başlatılmış. Bundan on yıl kadar sonra, Avrupa’ lı büyük perakendecilerin başına şöyle bir dert gelmiş:
Avrupa’ da bazı tüketici dernekleri, benzeri bazı sivil toplum örgütleri ve hatta bazı kişiler büyük marketlerin raflarındaki meyve sebzelerden örnek alarak bunlarda pestisit (tarım zehiri) kalıntısı olup olmadığını anlamak için analize göndermişler. Kalıntı çıktığında da bunu gazetelerde manşet olarak verdirip, bu ürünleri satan marketleri halka duyurmuşlar. Böyle olunca birçok büyük market zinciri çok ciddi zararlar görmeye başlamış ve hemen bu sorunu nasıl çözebilecekleri konusunda toplanıp düşünmeye başlamışlar. İşte bu amaçla toplanan ve bir sivil toplum örgütü olan Avrupa birliği Ürün Çalışma Grubu (EUREP), 1990’ lu yıllarda ortaya çıkarılmış olan itu prensiplerini almış ve kendine Avrupa birliği Ürün Çalışma Grubu (EUREP: Euro Retailer Produce Working Group), İyi Tarım Uygulamaları (GAP: Good Agriculture Practice) kelimelerinin birleşiminden oluşan bir kısaltma ile adlandırdığı EUREPGAP protokolünü oluşturmuş. Böylece perakendeciler, üreticilerden bu protokole uygun üretim yapmalarını istemeye başlamış ve ürettiği ürüne EUREPGAP belgesi almış üreticilerin ürünlerini alım garantisi vermişler. Nihayetinde bu güne kadar gelinmiş ve şu anda, özellikle yaş meyve sebzede söz konusu belgesi olmayan üreticiler ürünlerini ihraç etmek için bu belgeyi almak zorundalar.
Ülkemizde de bu gelişmelere binaen, ilk olarak 2003 yılında Alara Tarım AŞ önce kendi bahçelerine EUREPGAP belgesini alarak sektöre öncülük etmiş. Sonraki yıl, sözleşmeli üreticilerini de bu işin içine katmış ve şimdilerde Alara binlerce üreticisinin EUREPGAP protokolüne uygun üretim yapmasını sağlıyor ve ürünlerini kolayca ihraç ediyor. Böylece hem Alara firması hem de sözleşmeli üreticileri para kazanıyorlar. Ayrıca daha da önemlisi, insana ve doğaya saygılı üretim yaparak sağlığımızın ve geleceğimizin tehdit edilmesini önlüyorlar.
Alara firması uygulamalarının EUREPGAP’ a uygunluğunu, yine gıda denetimi konusunda dünya lideri olan ve bu belgenin dünya çapında % 30’ una yakınını veren CMi firmasına denetletiyor. Ben de Türkiye’ deki ilk EUREPGAP denetçilerinden biri olarak Alara firmasının denetimlerine 2004 yılı sonlarından beri katılıyorum. Ne mutlu ki şu an, CMi firmasının Türkiye’ deki hizmet sağlayıcısı olan USB- Ulusal Sistem Belgelendirme firmasının EUREPGAP baş denetçilerinden biriyim ve her yıl Alara firmasının titizlikle yaptığı çalışmaları denetleme şansına nail oluyor ve bundan çok memnuniyet duyuyorum.
Elbette 2003 yılında başlayan bu ilk girişimden sonra daha birçok firma belgelerini alarak ürünlerini daha kolaylıkla ihraç etme imkânına kavuştu. Günümüzde artık memnuniyetle söyleyebilirim ki özellikle yaş meyve sebzede kontrolsüz ilaç ve gübre kullanımı neredeyse yok gibi. Son olarak Ocak ayında Antalya’ da bir dizi denetim yaptım. Üreticilerin hepsi uzman ziraat mühendisleri kontrolünde üretim yapıyorlardı ve ürünler ilaç kalıntısı ve fazla gübre ile topraklar kirletilmeden üretiliyordu. Açıkçası bunu kendi gözlerimle görmesem de biri söylese belki de inanmazdım. Bu durum sadece EUREPGAP belgesi almış üreticiler için değil, tüm üreticiler için geçerli. Çünkü Tarım Bakanlığımız da konuya çok duyarlı ve konu ile ilgili yönetmelikler yayınlayarak ülke çapında uygulanması için ihtimam gösterdi. Şu an kimi bölgeleri deniz gibi sera kaplı Antalya bölgesindeki üreticiler, insana ve doğaya saygılı üretim yapmak için ellerinden gelen gayreti sarf ediyorlar. Bu bağlamda uzman özel zirai danışmanlar ve Tarım İl Müdürlüğü yetkililerinin kahramanca çabaları sayesinde büyük başarılar elde edilmiş durumda. Tabii ki bu başarıda en büyük paye, alın terini sonuna kadar bizlere gıda sağlamak için akıtan vefakâr ve cefakâr üreticimizde. Ata’ mız ne kadar güzel ve doğru söylemiş, köylü milletin efendisi diyerek. Sonuna kadar katılıyorum.
Hemen belirteyim ki tüm bu süreçte Tarım Bakanlığımız da bu faydalı protokolün ülkemizde uygulanması için yerel atılımlar yaptı ve ilk olarak 08/09/2004 tarihinde İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik 25577 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik hükümlerince İyi Tarım Uygulamaları (İTU), tarımsal üretim sisteminin sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler olarak tanımlamaktadır.
İşte Bakanlığımız bu yönetmeliğe uygun şekilde denetim yapabilmemiz için bizi iki hafta boyunca Ankara’ da misafir ediyor. Çok güzel derslerle İTU kontrolörü olmamız için değerli eğitmenler sağlanmış ve TSE’ nin eşsiz yöntembilim kabiliyetlerini kullanılarak bize akredite, yani tüm dünya tarafından geçerliliği kabul görmüş bir eğitim veriyor. Bu konudaki ilk akredite eğitimi alıyor olmasının erinci içerisindeyiz.
Açıkça ifade etmeliyim ki bu kadar açıklamayı, beni bu eğitimde çok şaşırtan bir bilgiyi sizlerle paylaşabilmek için yaptım. O kadar hayrete düştüm ki, bu zamana kadar boşuna mı o kadar tarım ilacı kullanıp hem kendimizi hem de çevremizde onsuz yaşayamayacağımız doğal hayatı zehirlemişiz diye kendi kendime sorup durdum. Şöyle ifade edeyim:
DDT’ nin keşfinden önce, 1940’ lı yılların başına kadar tarım zararlıları dünya genelinde tüm ürünlerin % 7’ sinde kayba sebep oluyormuş. !980’ lerin sonlarına doğru tarımsal ilaç kullanımı 1940’ lı yılların başlarına oranla tam 12 kat artmış! Düşünebiliyor musunuz 12 kat !!! Ancak ilginç olan bu değil. Asıl ilginç olan, tarımsal zararlıların yol açtığı ürün kaybı % 7’ nin altına maalesef düşmemiş. Hem düşmemiş hem de %13’ E YÜKSELMİŞ !!! Evet yanlış okumadınız, neredeyse iki kat artmış. Yani hem bu ürünler aracılığı ile daha çok zehir tüketmişiz ve hayatımız kısalmış, yaşam kalitemiz düşmüş; hem de üretici daha az ürün elde etmiş, daha az kazanmış.
Peki neden? Çünkü üzerlerine ilaç atılan tarımsal zararlılar bu ilaçlara direnç geliştirmişler ve her sene atılan ilaç miktarı arttırılmak zorunda kalmış. Bu zararlıların doğal düşmanları da maalesef ilaçlamalar sırasında öldüğü için zararlılar baş edilemeyecek seviyede çoğalmış. Böylece bozulan doğal denge sonucu eskiden zararlı olmayan bazı canlılar bile tarımsal zararlı olmuş, yani potansiyel zararlılar da zarar yapmaya başlamış.
İşte insan böyle zamanlarda sormadan edemiyor, “hiç kalkışmasak bu işe daha iyi değil miydi?” diye. Ne olurdu yediğimiz bazı elmalar kurtlu olsaydı, domatesler azıcık çürüklü olsaydı ya da patateslerin kenarları kararmış olsaydı? Sağlığımıza hiçbir şey olmazdı. Lezzetten de emin olun hiçbir şey kaybetmezdik. Maalesef daha güzel görünümlü domatesler, daha bol verim uğruna tarımsal zararlılarla akıllıca savaşmak ve doğa dostu mücadele yöntemlerini kullanmak yerine kolay yolu, öldürücü kimyasal silahları seçtik ve yine maalesef geldiğimiz nokta bu. Şimdi birçok paralar harcanıyor, eğitimler, analizler yapılıyor. Ne mutlu ki yapılıyor, o da olmasa tam mahvolacağız. Ama birçok şey için de çok geç…
Neden mi geç? Çünkü artık o çok sevip özlediğimiz ufacık, çıtır çıtır Çengelköy hıyarını doğal ortamında yetiştirme şansımız kalmadı. Şans eseri tohumunu bulup da üretmeye kalksak diyelim. Acı gerçek şu ki, yıllar süren ilaçlamalar hep daha güçlü zararlıların yaşamasına olanak vermiş ve o güzelim Çengelköy hıyarı artık bu zararlılarla baş edemez. Ya bu ürünün genetiğini değiştirip şu anki tarımsal zararlılara dayanıklı hale getireceğiz ya da ilaç kullanacağız. Hatta ilaç kullansak bile Çengelköy hıyarı yetiştirme şansımız kalmamış gibi. Zaten bu iki yöntemden birini seçmektense, Çengelköy hıyarı yetiştirmemeyi tercih ediyoruz ki şu an için de en doğrusu sanırım bu.
Ancak belli mi olur, en azından bilinçlenme yönünden her şey iyiye doğru gidiyor. Belki yıllar içerisinde şu an çok güçlenmiş olan tarımsal zararlıların doğal düşmanları doğada yerlerini yine alırlar ve doğal denge yine kurulur ve tarımsal zararlılar da git gide eski güçsüz durumlarına dönerler. O zaman belki biz de güzelim Çengelköy hıyarlarını yeniden yetiştirmeye başlayabiliriz.
Karamsarlığın her daim umutla aydınlanması dileğiyle, sevgiyle…
Hakan Ozan Erzincanlı
Ziraat Yüksek Mühendisi