TIME dergisi, "Arılar olmayan bir Dünya" adında bir kapak manşeti ile çıktı
Yaklaşık 10 yıl önce, bal arıları alışılmadık ve gizemli derecede yüksek oranlarda ölmeye başladı- geçtiğimiz kış aylarında, ABD’nin bal arısı kolonilerinin neredeyse üçte biri öldü ya da ortadan kayboldu. Başlarda bu duruma Koloni Çöküşü Sorunu (CCD=Colony Collapse Disorder) adı verilen bir şeyin – kovanların uyarı vermeden ve geride bal ve balmumu bırakılarak terk edilmesi- neden olduğu düşünülüyordu. CCD’nin kıyametvari doğası insanların ilgisini çekmeyi başardı; birçokları arıların yok olmasının “göğe yükselişin” habercisi olduğunu düşündü. Son günlerde arı yetiştiricileri daha az CCD vakası ile karşılaştı, fakat bal arıları ölmeye ve arılar da düşmeye devam etmekte. Bu durum beslenme sistemimiz için oldukça kötü: arılar polenleşme sayesinde ürün değerine sadece ABD’de en azından $15 milyar ekliyor ve koloni kayıpları devam ettiği takdirde polenleşme ihtiyacı karşılanamayabilir ve badem gibi değerli ürünler de ortadan kaybolabilir.
Market rafları sonuçlarından öte bal arısı durumu bizleri alarma geçirmekte çünkü binlerce yıldır bağımlı olduğumuz bir tür ölmekte ve bunun gerçek sebebini bilmiyoruz. CCD konusuna dikkat çeken, arı yetiştiricisi ve blog yazarı Tom Theobald, bu tehlikeli durumu şu şekilde ifade etti: “Arılar daha sadece başlangıç”
Ama CCD’e ya da bal arılarının fazla sayıda ölümüne neyin neden olduğunu tam olarak bilmesek de, şüphelileri biliyoruz: küçük dozlarda bile arıları etkilediği gözlenen yeni nikotin bazlı sinir sistemi zehirleri (neonikotinoid) sınıfı dâhil zirai ilaçlar; vampirsel Varroa kenesi türü biyolojik tehditler; ve tek türlü buğday, mısır gibi emtia ürünleri tarımcılığının, arılara hayatta kalmak için ihtiyacı oldukları polenden azını sunmalarından dolayı neden olduğu beslenme azlığı. Büyük olasılıkla, arı ölümlerine bahsedilen tüm bu tehditlerin birlikte gerçekleşmesi neden olmakta: zirai ilaçlar ve besin azlığı bal arılarını güçsüzleştirebilir ve Varroa tarzı haşereler de güçsüz arıların karşı koyamayacağı hastalıklar yayarak işlerini bitirebilir. Ne yazık ki bu durum bal arılarını kurtarmak için kolay bir yol da olmadığı anlamına geliyor. Örneğin neonikotinoidlerin yasaklanması bal arılarına fayda sağlayabilir fakat bilim adamların büyük çoğunluğu bunun sorunu çözmeye yetmeyeceği görüşünde. (ve neonikotinoid kullanımını durdurma tarımsal açıdan beklenmeyen sonuçlar doğurabilir çünkü zirai ilaçların benimsenmesinin bir nedeni de insan dâhil memeli hayvanlar açısından daha güvenli olarak nitelendirilmeleriydi). Bal arıları biz onlara karşı gün geçtikçe daha da barınılmaz hale gelen bir dünya yarattığımız için acı çekmekte.
Tüm bu alarm uyandıran koşullara rağmen, bal arıları yine de durumun üstesinden gelebilecek gibi görünüyor. Arı yetiştiricileri, birçoklarını bu iş kolunu terk etmeye sevk edecek kadar büyük masraflarla da olsa, kayıp kolonilerinin yerine yenilerini koymayı büyük ölçüde başardı. Arı yetiştiricileri yeni kraliçe arılar alıyor, kovanları bölüyor; bu üretkenliği ve bal üretimini azaltsa da koloni sayılarını yeterince yüksek tutarak polenleşme talebini karşılamayı başarıyorlar. Ayrıca vahşi yem eksikliğini kapatmak için şeker ve mısır şurubu gibi ek besinler kullanıyorlar. Bilimsel ve tarımsal toplum bu konuda iş birliği içerisinde: Monsanto’nun son bal arısı zirvesi ve şirketin Varroa kenesine karşı genetik silah çalışmalarına göz atabilirsiniz. Bir arı yetiştiricisi ve bağımsız araştırmacı olan Randy Oliver’ın tahminlerine göre bal arıları gün geçtikçe tavuklar gibi besi hayvanı olma yönünde ilerleyecek- bir amaç için üretilip bakılacaklar ve yemekleri hali hazırdaki yarı-vahşi beslenme yöntemlerindense kendilerine hazır sunulacak. Bu kulağa son derece korku uyandırıcı geliyor- ve de arıcılık endüstrisinden kimsenin görmek istemeyeceği bir durum olduğu kesin- ama bal arılarının tam olarak doğal olmadığının, özellikle de Kuzey Amerika’da 17. Yüzyılda Avrupalı göçmenler tarafından ithal edildikleri de hatırlanması gereken çok önemli bir gerçek. Hannah Nordhaus’un A Beekeeper’s Lament (Bir Arıcı’nın Matemi) adlı kitabında yer verdiği gibi, bal arıları her zaman insanlara, insanların onlara olduğundan daha bağımlı olmuştur.
Gerçek şu ki bal arıları insanlar için son derece faydalı ve bize faydalı türler- örneğin evcil hayvanlar- İnsan Çağı denilen artan insan hâkimiyeti altındaki dünyada iyi durumda olma eğilimindeler. Ama diğer vahşi türler aynı oranda şanslı değiller- ve bu türler binlerce tür vahşi arıyı ve diğer polen taşıyıcıları da içermekte. Yabanarıları yakın zamanda ABD’de hızlı bir nüfüs kaybı yaşadı, geçtiğimiz haziran ayında Oregon’da toplu haşere zehirlemesi ile noktalanan bu durum neredeyse 50.000 yaban arısının ölümüne yol açtı. 2006 tarihli bir Ulusal Bilim Akademileri raporuna göre bir çok vahşi polen taşıyıcının nüfus sayıları -özellikle de vahşi arıların- “görünür şekilde azalma” eğiliminde. Karşı karşıya oldukları tehditler bal arıları ile büyük ölçüde aynı: haşereler, vahşi yem eksikliği, parazitler ve hastalıklar. Tek fark bal arıları ile ilgilenen, nüfus sayılarını artırmaya çalışan binlerce insan bulunması. Hiç kimse aynılarını vahşi arılar için yapmamakta. Farz edilen arı kıyameti TIMES’ın kapağında, ama Doğal Kaynaklar Korunumu Konseyi kıdemli bilim kadını, Jennifer Sass “Yüzlerce tür vahşi arının azalması hakkında hiçbir şey duymuyorsunuz.” diyor.
Bu neredeyse kelimenin tam anlamıyla artık onları duymadığımız anlamına geliyor. Arıların bu zor durumu bizim bu gezegen üzerindeki ölçü dışı etkilerimizi göstermekte- bilinçli ya da bilinçsizce anlık ihtiyaçlarımızı karşılamak için gezegeni yeniden şekillendirirken yol açtığımız etkiler. Ama bu güce sahip olmamız onu ya da kendi dünyamıza etkimizi tam anlamıyla anladığımız anlamına gelmiyor. Biz gittikçe artan bir sınırsız güce sahip fakat her şeyi bilme yetisinden yoksun bir türüz. Bu durum, bu gezegeni paylaştığımız hayvanlar ve bitkiler için tehlikeli bir birleşim. Ve nihayetinde bizler için de tehlikeli olacak.
Kaynak: http://www.yesilgazete.org/blog/2013/08/22/insan-caginda-aricilik-sorunu/